İst.’daki ilk otelden 2 gün sonra ayrılıp 2.sine geçtim. Olayların ortasında olduğundan değil, zaten öyle planlamıştım. İstiklal’in öbür tarafına kaydım Cuma günü. Cmt sabah kalkıp perdeleri açtığımda hemen binanın karşısındaki girintide oturan siyahlı 2 kız gördüm. Herhalde dedim, mahalle gençleri orada oturup takılıyor. Birkaç saat geçti, baktım, 3 taneler ve neredeyse aynı giyinmişler. Herhalde rock’çı arkadaşlar dedim. İkisinde de gözlüğüm yoktu. Bir iki saat sonra gözlükle baktığımda tanıdım arkadaşları.
Bu dişi çevikler de işte senin benim gibi (ya da pek benim gibi değil), beklerken sıkılan, telefonuyla oynayan, oradaki şeyleri arkadaşlarına gösteren kişiler. Avm’lerin girişlerindeki güvenlik görevlilerinden farklı görünmüyorlar. Biraz sonra çıkarken otel görevlisi çok yakındaki TGB merkezinin basıldığını, polislerin onun için orada anlattı. Olanları ulusal tv’den izliyormuş. Çıktığımda erkek çevikler de (bir canlı türünden bahsediyor gibi hissettim) sokaktaydı. Baştan aşağı inceleyen bakışlarla. Birşeyler yiyip Karfur’dan iki torbayla dönerken birisi “evine gidiyor baksana” dedi, diğeri de “nerden biliyorsun” dedi. Tgb’ye mühimmat götürüyor olma olasılığım meşgul ediyordu zihinlerini, minik otele girince rahatlamışlardır. Birkaç saat sonra yanımda güzel bir kızla (-Sen kaç tane hayali güzel kız tanıyorsun Simon? -İnfini) önlerinden geçerken de aynı inceleyen bakışlar canımı sıktı, ama kolaysa ağzını aç.
Akşam dışarı çıktığımda elimde o sokakların ayrıntılı haritası vardı. Ona baka baka yürürken birisi “Şu gavura bak…”lı alaylı birşeyler söyledi. Elinde harita olması bu ülkede yabancı olarak nitelenmenin en garantili ve kısa yoludur. Sorduğum için biliyorum, öyle karmaşık sokakları ne orada oturanlar bilir, ne dükkanı olanlar, ama biz haritaya lütfetmeyiz. Neyse.
O hayali güzel kız Galatasaray’da eylem olacakmış demişti. Galatasaray eylem için çok pratik yermiş gerçekten. Bir boşluk olduğunda hemen köşedeki Yapı Kredi’nin yanına Zara açılmış. Birşey olmadığında biraz alışveriş, dön eylem. O sıralarda ortada birşey yoktu, ben de kendimi alışverişe verdim. Çıkıp Milör’ün birkaç ay önce gittiği süper bir restorana gidecektim. Ne yenir diye birçok notum da vardı. Sadri Alışık Sokak’tan giriliyordu. Ama bir saat kadar önce çıktığım Sadri Alışık kapalıydı. Kapalıydı derken çevikler en çevik kostümleriyle omuz omuza dizilmişlerdi. Onlara dil döküp geçenler oluyordu ama onu hiç yapamazdım. Devam edip Parmakkapı’ya doğru geldim, galiba büyüğüne. Onun önünde toplanan bir kalabalık vardı. Sloganlar filan. Kurabiyye’yi orada duydum. Bu yeni mi? Evet, bu hafta çıktı.
Sıralamayı karıştırıyorum, çünkü çok olay oldu, ama yanılmıyorsam hemen o sıralarda bir müdahale oldu. İstiklal’i iyice bir temizledi bir toma ve peşindeki polisler. Sonra çekildi, ortalık duruldu. Sadri Alışık’ın yan sokağından gireyim dedim, yürürken bir sonraki ataklarını gerçekleştirdiler. O sırada yanıma düşen iki kız bir oğlan Hırvat’la (yoksa Slovenler miydi) bir girintiye sığındık. Sonra Parmakkapı’ya döndüm. Pek birşeyler yemeyi düşünecek durum yoktu. Hele birinde öyle bir hızla geçti ki toma, inanamazsınız. Dönüp hayvanlar dedim yanımdaki çifte. Anlamaz gözlerle baktılar. İranlılarmış. Sonra muhabbete başladık. Konsere gelmişler -the Wall. İlk otelde de İranlı bir çiftle tanışmıştım. 4 yıl önce seçim sonrasında çok daha sert olaylar yaşadıklarını anlatmışlardı, polis gerçek mermi kullanmıştı, bu birşey değil demişlerdi. Bu sevim çift de aynı şeyi dedi. Hep AB’ye -ve içeriye- biz demokratiğiz oyunu bu işte. İran’ın böyle dertleri yok tabi.
Onlarla biraz yürüdüm sonra. Onlar otellerine gittiler, geceyarısı Babylon’a çağırdılar. Ben de dönüp gideceğim restorana bir yandaki Ayhan Işık sokaktan girdim. Çok hoş bir yere benziyordu, ama ortada pek kimse yoktu. Hemen tezgahın arkasındaki bir şefe sordum, çekinerek kapattık dedi, uğraştırma bizi der gibi. Hık mık, gitti levrek ceviche (ne bu?), mandalina ve tarhan otlu palamut ve mercimek salatası, pancar ve keçi peynirli semizotu filan.
Bu sırada Sadri Alışık da açılmıştı. Parmakkapı’ya döndüm. Yine toplanmıştı İstiklal’de insanlar. Fena bir kalabalık yoktu. Alışveriş torbamla ben de katıldım. Bir 10-15 dk sonra yine saldırdı çevik kardeşler. Su sıkıyorlardı o gün ve suyun özelliği, bu sefer gözlerinizden yaş gelmiyor ama boğazınız inanılmaz tahriş oluyordu.
O günki kalabalık bana fena halde korkak geldi. Her polis atağında anında ve son sürat kaçıyordu herkes, hem de sokağın sonunu da geçip daha ilerlere, veya yandaki sokağa dalıp onun sonuna. Birinde kalabalıktık, ben de sakince kaçarken tişöstüme asılıp çekenler filan oldu, son derece rahatsız oldum. Böyle birbirimizin kıyafetlerini esneteceksek ben o devrimde yokum.
Parmakkapı’nın devamındaki sokakta (Çukurlu Çeşme’ymiş adı) bekleşiyorduk birara. Önümüzde kepenkleri yarı inik bir meyhanede yarısı içeride, yarısı dışarıda bir masada içenler vardı. Çok hoşuma gitti o sahne. Bir de oradakilerle de ilişkisi olan, farklı farklı tiplerin olduğu bir grup vardı. Tam üstümüz İnsan Hakları Derneği’ydi. Sordum, oradan değillermiş, tiyatro grubu değillermiş. Nereden olduklarını bir türlü çözemedim. Fazla soru sorunca da sivil mi diye bakıyorlar. Alışveriş torbalı, sırt çantalı sivil olurmuş gibi.
Ortalık durulunca Sıraselviler’de birşeyler atıştırıp döndüm (yukarıdaki yemeklerin hayalinden dürüme düşmüştüm). Sonrası tam bir oyun gibiydi. Biz toplanırız, çevikler gelir, dağıtır, sonra gider, sonra biz yine toplanırız. Çok anlamsız geldi bana. Ama hayatını kaybedenlerin ailelerini ya da yaralanan gençleri düşündüm. Onlar insanların hala birşeyler yaptığını görmek isterdi. Yani tüm maksat sayıyı bir artırmak, o düşünce insanı beni saatlerce orada tuttu. Bir yerlere sığınırken birçok kişiyle tanışık gibiydik. En şiddetli birinde bir kebap salonuna sığındık. Zaten alışkındı çalışanlar. Ama heyecanlarını kaybetmemişti. Sokağa girip şu paintball’lardan atıyordu polisler. Biz de hemen kepenklerin arkasında oturuyorduk. Kolonyaları o tahrişe biraz iyi geliyordu. Herkese döktüm benimmiş gibi. 2 aydır pek iş yapamıyorlarmış o sokaklardakiler.
Bir başkasında da bir apartmana sığındık birkaç kişi. Bu şekilde sığındıkları apartmandan gözaltına alınanların hikayesini bildiğimizden arkadan sürgülemeye çalıştık. Zorla becerdik. O sırada sokakta terör estiriyorlardı.
Bir ara, insanlara nasıl hat oluşturacaklarını anlatmaya çalışan yarı sarhoş yarı çılgın bir Polonyalı ve onun daha aklı başında Slovak, Danimarkalı vs arkadaş grubuna denk geldim. Kaçmayın, yanyana dizilip karşılarında durun diye anlatmaya çalışıyordu arkadaş, böyle şeyleri çalışmış. Boyunlarına ve kollarına vuracakmışız. Oldu.
Gece 2’ye doğru bitap düşene dek kaldım. Sanırım birkaç haftadır en olaylı gündü o gün. Kimseye pek birşey olmadı neyse ki. Bir kız fenalaştı ama birşeyi yokmuş. İlk tanıdığım İranlı çiftin kadın olanı düşüp dizini, dirseklerini filan yarmış. Bir de 4 yaşında bir çocuğun başına paintball gelmiş. Ayrıca, işte boğazlarımız yandı. Bir de ilerleyen saatlerde daha çok karşıdaki Mis Sokak’ta 30-40 kişi gözaltına almışlar, kendi halinde içen iki adamcağız da dahil. Kimseye birşey olmadığı sürece eylemde olmak iyi bir his. Keşke insanın elinden fazlası gelse.