– Cannes’da milyona yakın değeri olan mücevher çalınmış. Tam da festival sırasında. Hemen telefonlar gelmeye başladı. Kuzenler yine mi Simon, ailemizin ismi, bari soyadını sakla, gel seni yaylada saklayalım, bizi hiç düşünmedin mi, bari bunu kızlara yedirme, konuşturmadılar bile. Uzun zamandır konuşmadığım arkadaşlarım, eski sevgili derken artık açmamaya başladım. Annem bile aradı, hani gitmeyecektin festivale dedi. Anne, ben içeride odadayım dedim.
Aslında şu divanda yatma sitelerine bile bakmıştım. İnsanlığın böyle karşılıksız ve paylaşımcı bir ruhla yaşaması bana çok inandırıcı gelemiyordu zaten. Netekim, normalde divanlarını açanlar bile festival sırasında abartılı paralarla kiralıyorlar evlerini. Bazıları da zaten o günlerde kendi evlerini kullanamıyorlarmış, o günlerde boşaltma şartıyla kontrat yapıyormuş açgözlü ev sahipleri. Neyse, sağlıksal sorunlardan dolayı çok zordu zaten.
– İnsana hep varmış gibi gelen Milör programında garip birşey var. Adam restoranlara gidiyor, yiyorlar, yemeklerden konuşuyorlar ama restoranın adı geçmiyor. Bu hafta söyledi de bunu, gittiği yerin sahibi Didem Şenol’un diğer restoranından konuşurken “adını söyleyemiyoruz ama” dedi. Yani, yemek eleştiri programında restoranın ismi söylenemiyor. Gazete, dergilerde yapılabiliyor, ama tv’de yapılamıyor. Bu kadarı benim algımı aşıyor.
Bunun nedeni, kimsenin dürüstlüğüne inanmamak olmalı. BBC’nin araba programı Top Gear 7-8 yıldır sürüyor olmalı. Her marka arabayı eleştiriyorlar, ve müthişten berbata kadar her türlü sözü söyleyebiliyorlar (ki araba dediğin şeyin iyi satıp satmaması ülke ekonomisini bile etkiliyor). Bizde bir araba programında bir arabaya en ufak laf edildiğini düşünebiliyor musunuz? Direk yayıncı holdingle arabanın distribütörü holding birbirine girerdi. NTV’de yapılıyor (gibi) mesela bir araba programı, ama hep müthiş sözler söyleniyor ve tabiy ki daha çok Doğuş’un sattığı arabalar inceleniyor.
– Restoran yazdıkça tövbe tövbe diyorum. Biriyle tanıştığınızda nasıl biri olduğunu anlamak için ona restoran dedirtmek iyi bir fikir olabilir. Artık restorandan çok restorant deniyorsa bu toplumdan birşey beklememeli. Daha dilindeki kelimeyi bilmeyip İngilizcesini öğrenen birileri onu kullanıyor, millet de peşinden gidiyor. Akıl alır gibi değil.
Son kelimeden ok: Al sana ikinci turnusol kağıdı: DEĞİL değil, diil. Türkçe yazıldığı gibi okunur diye bir saçmalık çıkmıştı zamanında (hiçbir dil yazıldığı gibi okunmaz, fonetik diye birşey vardır). Yanılmıyorsam o zamanlar başlamıştı bu DEĞİL tonlaması. Ama ilginçtir, o zamanlar yayılmadı, daha birkaç yıl önce yayıldı. Ama oradan (yazıldığı gibi okuma saçmalığından) beslendiği kesin. Herhalde insanlar duydukça bunun doğrusu olduğunu düşünüyor, ben de doğru konuşmalıyım diyor. Ve virüs gibi yayılıyor, kulaklar ona alışıyor. Bazıları da o kadar abartıyor ki. Geçen yıl birisiyle görüşmedeydim, oğlan deağil gibi birşey diyordu, düzeltmemek, hatta laf etmemek için kendimi zor tuttum. Bazen Kenan Işık’ta bile duyuyorum. Bazen, çünkü o da, DEĞİL diyen birçok kişi de özellikle dikkat etmediklerinde, hızlı konuştuklarında filan gayet doğal diil diyor. Dikkat edin, Bayülgen hiç yapmaz böyle şeyler. (Sevmediğim tarafları bir yana şimdi) Onun kadar iyi konuşan çok göremiyorum artık.