[Uzun sürecek, baştan söyleyeyim. Sonuçta bu, orta metrajlı bir film olabilecek bir hikayenin anlatımı.]
Günlerden cumartesi, saat 4. Bundan tam 2 hafta önce, sıradan sefil bir turist olarak Merkez Park’tan kuzeye doğru yürüyordum (ki o gece saatler ileri alınacaktı, orada da bu gece alınacağına göre demek sizin açınızdan aradan hiç vakit geçmedi gibi birşey). O caddenin çıktığı yer, filmlerden (mesela Buena Vista’dan) hatırlayabileceğiniz, denizin duvardan aşıp yolu dövdüğü Malecon bulvarı. Ama o sırada amacım gezmek değil, ev arıyorum. Gitmeden ayarladığım ev pek tekin bir muhitte değil, ve de çok gürültülü. Birkaç eve bakmışım, o cadde üzerinde son bir eve bakacağım, sonra yiyecek birşey arayacağım. Açım, yorgunum, terliyim.
Prado caddesinin kemerli eski binaları arasında yürürken solda adalet sarayı gibi bir levha gördüm. O sırada önünde bir atlı araba durdu. Bir gelin. A, ne güzel, bir düğüne rastladım. Resimlerini çekelim (makinadaki resimlere ulaşabilsem size de gösterebileceğim, sanırım bir hafta kadar sonra). Yanında da … bir adam. Biraz yaşlı da damat olmak için. Belki babadır, ama belli de olmaz bu Kübalılara.
Orada bayağı bir süre beklediler. İçerideki diğer nikahı beklediklerini sonra anladım. Ben de girsinler, gideyim dedim takıntılı bir şekilde, içeri girerlerken de çekmek için. Sonra içeri girerlerken ben de akrabaların aralarından geçip gidiyordum ki genç biri beni durdurdu. Resim çektiğini gördüm, ilgilendin sanırım. Evet. Biraz daha kal, töreni de görürsün, orada da resim çekersin, sonra da partimiz var. Teşekkür ettim. Töreni izlemek hoş. Ama parti filan aklımdan geçmiyordu o sırada. Tanımadığım kişiler. Sonra konuştuk biraz daha oğlanla. Annesi de sempatik biri. Bol resim çekmem için böyle davrandığını düşündüm o sırada.
Birkaç dakika sonra içeri girdik, 2. kata çıktık. Bir salon filan değil, küçük bir oda. Bir masanın başında yaşlıca bir kadın, karşısında gelinle damat, evet, diğer adam kızın babasıymış, damat genç. Arkalarında da aileler, akrabalar, arkadaşlar, 20’ye yakın kişi. Bir de ben. Benimle tanışan Damier, sürekli yanında bulunduruyor beni. Damadın yakın arkadaşıymış, kızı da oğlanı da çocukluklarından tanıyormuş. Memur kadın birşeyler dedi. Sonra damatla gelin ‘si’ dedi. İmzalar atıldı, alkışlandı. Resmi fotoğrafçı resimler çekti. Benim de çekmem gerekiyordu sanırım ama o sırada makinanın pili bitti. Tam zamanında. Pek çaktırmadım. 1-2 resim çekebildim yine de. Herkesle de tanıştırdı beni Damier, herkes de ilgili davrandı.
[soldaki resimde fantezi gözlüklü olan Damier, önde sağdaki annesi, önündeki küçük kardeşi, beyazlı kız gelinin kızkardeşi, velet de gelinle damadın çocuğu].
Çıkınca bizim evde partiye gideceğiz dedi Damier, ama böyle uygun olmaz dedim ben. Tamam maceraya hep evet ama çok da kendimi kaptıramam, ilk fırsatta kaçmak isterim. Hem doğru da, ben basit bir tişört ve şortlayım, herkes en cici giysilerini giymiş. Yok yok, çok iyisin, tam Küba tarzı dedi Damier. Pek ikna olmadım ama neye benzeyecek, bakayım, sonra giderim dedim. Çok da erken parti için, henüz 4:30 filan. Bir cocotaxi çevirmeye çalıştı (örnek şu), doluymuş, sonra normal bir taksi buldu, o, ben ve oğlan kardeşi bindik. Yakınmış evleri. Verir misin dedi Damier, hmm, hoş değil, ama napalım, bir yandan da aralarında cebindeki parası en değerli olan benim. Ne kadar, 1 cuc, 5’lik verdim, 4 üzerini alıp cebime koyarken bir bakış hissettim. Neden sorusunu birçok zaman olduğu gibi o zaman da sordum.
Eve girdik, biraz daha parti yapılabilir bir ev bekliyordum sanırım. Yoksulluk, sefalet demeyeyim ama yokluk had safhada. Pek partilik bir alan da yok açıkçası. Evde kardeşim dediği bir oğlan vardı, sempatik bir tip, Elsiy. Ama kardeşi olamaz, alakaları yok. Hem Damier melez, Elsiy resmen beyaz. Onun resmi yok (gerçi şimdilik diğerlerinin de yok ya), o yüzden tasvir: üzerinde bol bir pantolon, spor ayakkabılar, Juventus (del Piero) forması ve bir kasket var, güleç bir tip.
Bira mı boca mı dediler. Bocanın rom olduğunu düşündüm, bira dedim, aç karnına. İçeride bir masada sandviç-kanepe tarzında kesilmiş iki dilim ekmek arası birşeyler vardı. Portakal renkli, ezme birşey. O birşeyin ne olduğunu sorgulamadan bir iki tane ağzıma attım, iyi geldi. Bira da fena değildi. Yalnız, evdeki başka bir adam, pek de sevimli olmayan, kutuyu bardağa boşaltmam için çok ısrar etti. Porque? Cevabı anlamadım ama hemen aldığına göre alüminyum kutu çok değerliydi herhalde.
Henüz kimse yoktu, ama herkes buraya gelecek dediler. O sırada çok emin olamadım açıkçası. Arada muhabbet ettik Elsiy’le, Damier’le. Evli misin? Değilim. En iyisi. Kız arkadaşın var mı? Hayır. A, neden? Bilmem. Bilmem değil de ne cevap verdim, hatırlamıyorum şimdi. O kadar doğal gibiydi ki soruşları. Ayrıldım, zor bir ayrılık oldu dedim sanırım. Bunun kaç yıl önce olduğunu söyleme gereği duymadım. İkisi de bekardı. Damier İtalyan bir kadınla evlenecekti yazın gidip (o yüzden İngilizce İtalyanca karışık konuşuyorduk onla ama dediklerinin yarısını anlamıyordum). Elsiy’in hikayesi farklıydı, ona gecenin ilerleyen noktalarında geleceğiz.
Birşeyler hazırlama değil de kontrol etme durumu vardı, sürekli bir içeri bir geri gidip geliyorlardı. Girişte dev kolonlar filan, müzik sistemi kuruluyordu. Ben arada saatime baktığımda a, buradayız bütün gece, yiyecek, içecek her istediğin var diyordu Damier. Biten bira yerine yenisini getiriyordu. Şüphelenmedim mi? Tabi ki biraz.
Sonra yavaş yavaş birileri gelmeye başladı. Herkesle ben de tokalaşıyordum. Böylece bir süre sonra evin sahanlığı diyebileceğim bir bölmesinde, girişten sonraki koridor da denebilir, karşılıklı iki bankta oturuyoruz. Bank gibi değil de ensiz iki uzun tahta oturak. Dar bir yer, üstü açık, biraz ileride yerde sular, pek de hijyenik veya nezih değil. Bazı konuklar gerçekten ilgili davranıyor, çok konuşmasak da. Çoğunluk melez veya siyah olsa da karşımda beyaz genç bir kadınla sanırım annesi var (ki onları bizde bir düğüne koysan hiç dikkat çekmezler kıyafetleriyle). Irk ayrımının olmadığı bir ülke sonuçta burası. Belli eğitimli duran siyah bir çift geliyor sonra. Müzik yok. Gelinle damat da. Sonra müzik olunca nasıl olacak, böyle resmi durulacak mı, yoksa birden herkes ortalara (hangi ortaya?) mı dökülecek, merak ediyorum. Cevabı az sonra alıyorum. Sırt çantam var yanımda, oturağın altında duruyor. Gelenler artıp oturacak pek yer kalmayınca Elsiy yer açmak için çantayı alıp içeri odaya koyuyor. Aklım biraz orada kalmıyor mu? Evet, tabi. Ama makina cebimde, çantada pek birşey yok. Bir tek cüzdan. Onda da çok fazla para yok (yaklaşık $30’la 30-35 cuc-o da dolardan azcık daha değerli-yani kaybetmek hoş olmaz, özellikle kartları, ama sonuçta yaşarım). Dolaba kitledim diyor Elsiy.
Gelinle damat geldiğinde resim çekmemi istiyorlar. Makinanın pilinin bittiğini anlamıyorlar. Damier çekilenleri görmek isteyince pil bitmek üzere, çekiyor ama gösteremiyor diyorum.
Müzik başlıyor. Konuklar artınca kalkıp 0 sahanlık kısmının az ilerisindeki bir geçiş odasında Damier, Elsiy’le ayaktayız, arada bir de arkadaşları sarı elbiseli bir genç kadınla daha yaşlı, başka bir kadın arkadaşları gelip gidiyor. Ben bir rom içiyorum 2. biradan sonra. Bocanın da rom olmadığını öğreniyorum (nedir hala bilmiyorum).
Biraz biraz salınıyoruz başta. Sonra salsaya geçiş oldukça hızlı oluyor. İçki de etkisini gösteriyor. Salsa hocası dedikleri diğer kadın bir adamla, sonra da bu iki oğlanla çeşitli figürler sergiliyor. Aslında bakıyorum da bir süre sonra etrafta herkes figürler sergiliyor. Salsa da bayağı yakın yapılıyor. Benle de dansediyor birara o kadın, ama pek beğenmeyip bırakıyor.
Rom bardağını dansetmek için bir yükseltiye bırakınca biri kendisinin diye alıp içiyor. Sonra ben de orada dolu bulduğum çeşitli rom-bira bardaklarını içiyorum. Arada küçük kutularda sanırım öğle yemeği kutusu denen şeylerden geliyor. Az tavuk göğsü, pilav ve siyah fasulye. Karnım doyuyor. Bir ara da yuvarlak köfte tipli şeyler geçiyor, lezzetli.
Bir süre sonra o sahanlık-koridorda danseden insanların arasındayım. Yaşlılar dışında çoğunluk dansediyor. Herkes çift halinde, ben tek başıma dansediyorum o sırada. Uzun yıllardır toplum içinde dansetmediğimi de ekleyeyim. Daha da uzun yıllardır da sarhoş olmadığımı. Çok da değilim ya, yakındır.
Önlerinde dansettiğim bir adamın hoşuna gidiyor, yanındaki karısına kalk kalk diyor. Karısı dünden razı. Bir güzel dansediyoruz karısıyla. Bir güzel çünkü çevreden de beğeniyorlar. Kadın teşekkür ediyor, oturuyor müzik bitince, 2 küçük çocuğunun yanına.
Sonra twist çalıyor -biliyorum zaten bu ülkede zamanın 30 yıl öncesinde donduğunu-, la bamba çalıyor, bayılırım, birçok kişiyle dansediyorum. Beyaz kadınla da dansediyoruz, hatta başta onunla danseden bir adam (çok sempatik biri) da var, ama ben de oralarda olunca gelinin babası o adama otur diyor, bizi başbaşa bırakmak için. Hoş.
Sonra içeri kısım da Elsiy’le konuşuyoruz. Evliymiş. İsviçreli bir kızla. Sonra 2 yıl önce ölmüş kız. Zor bir hastalık dönemi de geçirmiş ondan önce. Henüz kendime gelemedim diyor. Hergün başka bir kızlayım ama henüz unutamadım, beni sevecek birini bulamadım. Havanalı kızlar hep para istiyor. Zamanla diyorum. Ses teknisyenliği yapıyormuş, mitinglerde, diskolarda. Damier? O da keman ve şimdi unuttuğum başka bir çalgı hocasıymış üniversitede. Neden bu bana çok uydurma geliyor?
Neden buradayım, beni böyle ağırlıyorlar diyorum tabi, daha önce tanımadıkları ‘tam bir yabancıyı’. 1-Arada pansiyon anlamında casa particulare lafı da geçiyor. Onlarla kalıp onun ücretini vereceğimin hesabını yapıyor Damier. 2-Gecenin sonunda 5 parasız kendimi sokakta bulacağım. Giysileri ve böbreğimi kurtardığım için şanslı olduğumu düşüneceğim. (Veya düşünemeyecek miyim?) 3-Yok artık daha neler. Burası Küba, başka yerlerin, kültürlerin bakışıyla yargılama, insanlar sıcakkanlı işte. (Zaten dürüst olayım, aklıma böbrek filan gelmedi o akşam, gelmez zaten öyle şeyler). 4-O geceki harcamaları yapacak biriyim ben (örneğin, disko lafı filan ediliyor). 5-Resimleri çekecek. Bu çok da mantıklı değil. 2.si de değil. Damier hesapçı dursa da etraftaki birçok kişi hiç de öyle değil. Geriye 1, 3 ve 4 kalıyor. 1’den sıyırırım, o gece kalacağım bir evim var, zaten ‘birazdan gideceğim’ modundayım. 4’te de fazla harcamam, olur biter. [Bilmiyorum, bunlar değil de belki de ben sıcakkanlı, arkadaş canlısıyım.]
Ama önce şu cüzdanı alalım. Elsiy’e söylüyorum, hemen Damier atlıyor, ne gerek var, aradığın herşey burada diyor. Ya, olsun. İçerideki bir odaya gidiyoruz, çocukların oynadığı (çocuklardan biri 3 yaş civarında, gelinle damadın çocuğuymuş). Çantam dolapta veya kitli değil, dolabın ilerisinde. Alıyorum cüzdanı. Ondan biraz önce dansettiğimiz sarılı arkadaşları da geliyor, çantayı dolaba koyuyor, çamaşırların üzerine, merak etme diyor. O odaya girerken de ailesiyle tanışıyoruz. Damier’in annesi de geliyor odaya, anladığım kadarıyla, “ben dikkat edin dedim çantaya, ne olacağı belli olmaz” gibi şeyler diyor.
Yakındaki bir diskoya gideceğiz, ama önce jo int diyorlar. Sağolun, ben almam diyorum. Siz gidin. Yok, sen de gel. İyi, mecburen. Çıkıyoruz, Damier ve Elsiy’le. Karanlık sokaklarda birsürü kişi ile selamlaşıp birsürü kişiye takılıp (Elsiy’in takıldıkları hep kız) birkaç eve uğruyoruz. Birileri birilerine gönderiyor, tekinsiz diğerleri başkalarına. Kolay bulunuyor mu diyorum Elsiy’e. Her zamanki rahat, umursamaz tavırlarıyla evet diyor. Polis birşey yapıyor mu? Sorun olmuyor diyor.
Girdiğimiz bir evde Damier merdivende biriyle konuşurken ben de kapıya yakın duruyorum, daha önce Damier’in bir onluk verdiği Elsiy sokakta bir kızla konuşuyor. Damier dönüp benden para istiyor. Iyyyy, hiç hoş değil. Ne kadar diyorum. 10 diyor. Ben de 4 var diyorum. Hiç de gecenin parababası olmak istemiyorum. İyi ver diyor. Veriyorum 4. Elsiy’i çağırıyor, gerisini de ondan alıyor. Sonra da söyleniyor kendi kendine. Hiç umurumda değil. Ama sonra dönmüyoruz, yine evlere uğruyoruz, içecek ev arıyormuşuz. Uğradığımız 2. eve giriyoruz, iç kısma geçiyoruz. İnşaat alanı gibi izbe bir yer. Damier beceriksiz hareketlerle sarıyor malı. Yakıp içiyorlar, evdeki bir oğlanla, ama daha çok ikisi. Bana uzatıyorlar, hayır, neden diyor Damier, onun söylediği seçeneklerden birini seçtiğimi hatırlıyorum sadece. Neden evde içmiyorsunuz diyorum, annem öldürür diyor Damier.
Bitip çıkınca birşeyler içelim diyor Damier, bende para yok diyorum. Eve dönüyoruz o yüzden. Sarılı kız beni görünce seviniyor. Bir yere gitmesi gerekiyormuş. Beklemezsen öldürürüm diyor çevirilere göre. Hoşuma gidiyor ama düşününce pek de hoş anlamı yok benim için. Sonra biraz içki, biraz muhabbet, biraz dans, sarılı kız gelince onla da dans. Sonra oğlanlar diskoya gidecek, sarılı kız da bana dışarıda bir içki ısmarla diyor (kızlar için çok önemli sanırım bu). Ben önce eve gideyim diyorum, hem para alırım, hem üstümü değiştiririm (evet değiş diyor Elsiy:). Artık kaçayım diyorum, hoş olmayan noktalara doğru ilerliyoruz. Kız ben de geleyim diyor. Yok diyorum, yakın değil. Olsun diyor. Kaldığım yerin sahibi kadın hoşlanmaz diyorum, dışarıda beklerim diyor. Sandığım kadar kolay olmayacak mı acaba? İçeri gidip çantamı alırken Damier de biz de gelelim diyor, veya o senle gelsin. Bırakmayacaklar beni, belli bir şüphe var demek. Gerek yok diyorum, yakın değil ki. Ben gider gelirim. Israra ısrarla karşılık veriyorum, sonunda kurtulmayı başarıyorum, evin önünde.
İyi hissediyorum uzaklaşırken. Köşeyi dönüp yürürken peşimden hey diye biri sesleniyor. Başta üstüme alınmıyorum, çok müzik geliyor zaten evden. Tekrarında dönüyorum, Elsiy. Damier de ileride. Yaklaşıyor Elsiy. Dönecek misin diyor. Benim hiç umurumda değil de sadece boş yere beklemek istemiyorum diyor. Ona söyleyebilirim diye düşünüyorum. Sanmıyorum diyorum. Para işin içine girince iyi hissetmiyorum. Aynen, anlıyorum, ben de para işinden hoşlanmam diyor. Para lafları geçiyor, sonra sanırım o kız para bekliyor filan diyorum, senin dediklerin gibi. Benim umurumda değil de böyle şeyler, ben sadece beklememek için soruyorum diyor. Tamam, diyorum, kendine iyi bak. Kaçıyorum.
Bir köşeyi dönüyorum, bir köşeyi daha dönüyorum, tamam, artık kurtulmuş olmalıyım. Of, iyiydi ama kaçmış olmak da o kadar iyi. Adreslerini bir yere kaydedeyim ama, onun için dönüyorum birkaç dk. sonra. Sokakta, evin çevresinde daha önce dikkat etmediğim, mahallenin gençleri var. Daha yaklaşınca lafatmalar başlıyor. Numarayı görüp dönüyorum hemen.
Sonra hareketli sokaklara dal, saat 9 civarı, bir sokak kitapçısında kitaplara bakın, Çin lokantalarının olduğu sokağın sonunda kaldırıma oturup yakındaki müzisyenleri dinle, sonra da merkez parkta sakinleşmek, kendine gelmek için otur, daha doğrusu yat bir süre (rejimin polisleri oturulan yerlere ayak koyan Kübalılara hemen lafediyor da yatan turistlere hiçbir şey demiyor).
Uzun zamandır böyle bir macera yaşamadığım gibi, dökülecek kurtlar da birikmiş belli ki. İçilmemiş içkiler de birikmiş bolca. Ama hepsinden önemlisi, -hele şu an bulunduğum, bunca yıldır pek fazla kabul görmediğim, benim de kabul etmediğim ülkenin insanlarından sonra-, daha önce hiç görmediğim ve görmeyeceğim, ve dilini de pek konuşamadığım kişiler tarafından (birinde-ikisinde bir miktar para kaygısı olsa da) genelde sorgulanmadan kabul gördüm. Demek ki olabiliyor hala.