Antalya’dan doğuya gitmek, keşfetmek, bir ülke ile tanışmak; canı can olan her can gibi canını bir Bodrum gulaş tekneden maXimum’un X’i şeklinde sulara bırakmayı istemek; başka diyarlarda, ismi telefon rehberinde olmayacak adamların diyarlarında gezmek, anlaşamamak, kaybolmak; konserler, baba isimler, ama manzarada da deniz olsun; yolda güneş yükseliyor olsun, güneye giderken; daha saysam sayılır, tüm yıl bu kelimeyi bekledik biz, en iyisi maddeler şeyedeyim:
1. Maç: Toprak altında yaşayan, 4 yılda bir yeryüzüne çıkan cırcırböceklerine benzeyen bir hadise bu (bizim orada öyle cırcır böcekleri var, 17 yılda bir çıkıyorlar topraktan). Kaçmaz. İnsanın elinde değil. Zaten neredeyse bir vazife bu. Hatta Almanya’da olmak vardı anasını satayım. Püfür püfür bir stadyumun yamacında. Birahanede kolkola sosis ekmek yemek, Arjantin’liye yarasın dostum demek, ver elini Kaiserslautern, ver elini Gelsenkirschen; şimdi orada olmak vardı, haydi gel gidelim yersen.
2. Roger Waters: Tüm Dark Side of The Moon’u çalacakmış. Vayy ulan dememek elde değil. Bilet fiyatına rağmen. Hele C.R.A.Z.Y.’yi gördükten sonra daha bir canı istiyor insanı. (Görmedin filmi, di mi, sayın okuyucu? Yani ben sana ne diyeyim? Direk indirmen için link mi koyayım buraya, yoksa bilet mi dağıtayım?) Ama uymuyor anacım, kupanın ortasında İstanbul gezisi. Hem bakın, pek ittiriş doluymuş Kuruçeşme’de bir önceki konser.
Peki bir tek İstanbul’da, bir tek kupa sırasında mı çıkıyor bu adam? Yoo, bakın, turne uzun. Pilota söyleyeyim, denize inip alsın beni, Malta, Lucca, şu, bu, gezelim Roger Waters ilen.
3. İstanbul’a gitmek lazım, anasını satiim: 3 yıl olacak neredeyse doğru dürüst İstanbul görmeyeli. Günübirlik geçişler ve 1-2 konser hariç. Arada müzeler coştu, bu aralar da festivaller çiçekleniyor. ‘Hıck’ diyerek izliyor insan gece-gündüz benzeri programları uzaktan. Hem o programlar niye hep İstanbul’dan ibaret, anlayamıyor buradan insan.
4. Mersin’den doğuya: Eski bir plan bu. Ülkenin doğusunu görmemiş birinin doğuda büyülenme isteği. Shakespeare’in Pericles’ini seyrettim geçenlerde. Pericles, Lübnan’daki antik kent Tyre’ın prensi. Hayatı boyunca Antakya, Tarsus, Efes, Milet, İskenderiye, Pentapolis (Cezayir) gezer, başına türlü şeyler gelir. Böyle masalsı bir hikaye.
Lafın geleceği yer, Shakespeare, seyircilerini böyle egzotik bir Akdeniz macerasına çıkarır 17.yy. başında da biz bugün gezmeyiz egzotik ülkemizi.
Mersin, Tarsus, Antakya, Antep, Halfeti, Kilis, Urfa, mutlaka Mardin ve Midyat (yalnız bulgura dikkat), Van, Doğubeyazıt, İshakpaşa Sarayı, Kars. Artvin’de nokta. Fazla hırslı bir plan sanırım. Ucundan başından kesmek gerek.
Ama arada bahtımıza ne çıkarsa planıyla gezmek, isimlerinin yazılışı hız simgeleri yaratan otobüs firmalarını seçmek -Yeni Hayat karamelaları eşliğinde-, bol otostop, gidilmeyen yerlere gitmek, Ankara’nın Doğusu kitabındaki bilinmeyen kiliseleri keşfetmek, anayoldan ayrılmak, ohh be.
not: tekliflere açığım, keyiflere kapalıyım. Ama çalarım, can yakarım, hatırlatayım.