Geçen hafta iki uçak yolculuğu yaptım.
Bu giriş biraz, klasik kara filmlerden D.O.A.’in (Dead on Arrival) girişine benzedi. Bir adam polis karakoluna gider ve bir cinayeti bildirmek istiyorum der. Ölen kim der polis. Ben der adam. Sonra flashback. Bu da hem tarz hem içerik (bu şartlarda bu bir parça intihar-cinayet benzeri bir eylem) olarak ona benzedi. Ama önce bir dinleyin. Bu ara, ben bitirip siz okuyana dek geçen hafta değil, evvelsi hafta olacak: 17-19 Mart.
Şubat başıydı sanırım. Bizimkiler (abimler olur) aradı. Böyle böyle bir projemiz var, sana ihtiyacımız var. Daha önceden de bahsi geçmişti bunun, benle ne alakası var demiştim. Bu sefer detaylı anlattılar, bir de ihtiyacımız var dediler. İyi dedim, yaparım. Sağlıkla ilgili bir iş, ilk olarak İstanbul’da bir toplantı olacaktı, bütün gün. Ama söyledikleri gün doğumgünüm. Yok dedim, mümkün değil. İyi, o şart değil dediler. Sonra Ankara’daki toplantıya kesin gel. Gittim Şubat sonu. O sırada gündem Rusya’yla savaşa girip girmeyeceğimizdi. Hatta akşam toplantı sonrası gittiğimiz restoran Rus büyükelçiliği ile aynı caddedeydi. Tüm caddeyi kapamışlardı, polis barikatının yanından insanları inceleyerek geçiriyorlardı. Ki o sırada Çin ve İran yıkılıyordu, bizde de olmaması mümkün değildi. Ama kimsenin zerre umrunda değildi.
Döndüm. 18-19’unda yine buluşulacaktı. 11’inde ilk vaka çıktı (söylendi). Aynı gün tüm İtalya karantinaya alındı. WHO’nun pandemi ilanı da aynı günlerdeydi. Ve o güne dek uyuyan ülke birden ama gerçekten birden uyandı konuya. Bende de stres başladı. Henüz hiçbir yer kapanmamıştı ama evde kal uyarıları başlamıştı, İtalya’dan filan duyup. Abime bir hafta önceden söyledim. Kaptım diyelim, döneceğim, annem çok riskli. İstanbul’dan da bir doktor gelecekti. Önceki toplantıyı da beraber yapmıştık. Ona söyle, internetten yapalım dedim. Sorarım dedi. Günler geçti, birşey yok. Bu sırada onların akılları kızlarının okulundaydı. Toplantı konusu kaynadı. Abime yazdım iki kere, gelecek doktorun bilet bilgilerini gönderdi. Öyle olunca sormamış bile.
Yolculuk günü yaklaştı. Stresim artıyor, uykularım kaçıyor filan. Ne yapabilirim diye düşünüyorum. Bir öncekinde izban’la gitmiştim havaalanına. Ama o da çok kalabalık, yani uçak kadar tehlikeli. Onun yerine, arabayla gideyim dedim havaalanına. Orada park ederim. Riskleri mümkün olduğunca azaltmayı planlıyorum. Arabayla mı gitsem dedim. Ama 7.5 saat. Anormal yorucu oluyor. Bir de sarsılıyorum ben. Dengem bozuluyor sanki, normalleşmem 2-3 gün alıyor. Bir gün sonra toplantı berbat olur. Niye böyle şeyler düşünmek zorunda kalıyorum diye de sinirleniyorum. Çünkü artık bunun çok yanlış bir hareket olduğunun artık herkes farkında. Kendi işim olsa kesin gitmem, ama bu durumda yakınını zorda bırakmama bağıyla bağlanmış hissediyorum.
Neyse, yolculuk sabahı. Çıkmama 1 saat filan var. Abim arıyor. Doktorun beraber geleceği yardımcısı korkmuş, o yüzden arabayla geleceklermiş. Sen de arabayla gelsene diyor bana. Sağol, benim hiç aklıma gelmemişti. Böyle durularda sinirim artıyor tabi. Çünkü işin ciddiyetinin nihayet anlaşılacağını, insanların farklı bir moda gireceğini, normal normal toplantı yapılamayacağını günler öncesinden görüyorum. Ama bunu görmek benim hiç işime yaramadığı gibi, o günler geldiğinde bir de ben zorda kalıyorum.
Arabayı bıraktım. Havaalanında bankoya yaklaşmadan check-in yaptım. Eldivenlerimi giydim, berberden aldığım (birkaç gün önce bir de berbere gittim, bir kutu maskesi vardı, al demişti) maskeyi taktım. Gözlerimi kapayıp bitmesini bekledim. Uçak da ağzına dek doluydu. Teknik lise öğrencileri vardı sanırım.
İndim. Doğru dürüst kızamadım bile abime. Üstelik, doktorun yardımcısı otelde kalmaya da korkmuş, 2 günlük toplantı 1 güne inmiş. Biliyorum yani bunları.
Doktorun yardımcısı (tam yardımcısı değil de bu projede görevli birisi) tüm gün maskeyle oturdu. Projede çalışacak genç bir kadın daha vardı, gelmedi. Üstelik, o Ankara’da ve yakın oturuyor. Arabası da var. Ama korkmuş. Sonra da istifa etmiş zaten.
Doktor dediğim kişi pek normal birisi değil. İşkolik. Bazen 7’de gidermiş işe. Akşam 11’de çıkarmış. Genç sayılır. Birkaç yıl sonra görür o. Zaten İstanbul’dan Ankara’ya gelmeleri 9. Sabah.
O fazla buluyordu dünyadaki paniği. Ama sonra kendi hastanelerinde çalışan birisi öldü. Bazı doktorlar, çalışma alanlarına göre fazla acımasız geliyor bana. İnsan hayatının kararlarına bağlı olmasının getirdiği bir mesleki deformasyon.
Toplantı sık corona bahsileriyle geçti. Zaten bir gün. Başka hiçbir şey yapmadık. Gözcüye gitmem gerekiyordu uzun bir süredir. İptal ettim tabi. Dönüşümü iki kere öne aldım. Sonraki gün bu sefer boşça bir uçakla döndüm. Yine eldivenler, maske. İki yanımda kalkışta Allah-u ekber deyip duran, telefonundan dua okuyan yaşlıca bir adam vardı. Hatta kalkışta da okuyordu. Kalkışta kullanmayın diyorlar dedim ben. Uçak modunda dedi bana. Özür diledim. Ve umreden dönmüş olmamasını diledim.
İnişte koşar gibi arabaya gittim. Islak mendiller, su filan bırakmıştım arabada. Orada sterilize olmam 20 dk kadar sürdü. Otoparkta, arabanın yanında yüzüme su çarparken geçen Rus tipli iki genç adam garip garip bakıyordu. Üzerimdekilerle arabaya oturmayayım diye kazağımı çıkardım, başka birşey giyim. Bir tek pantolonumu değiştirmedim, altıma bir örtü serdim. Ama keşke değiştirseymişim. Yolda gelirken boş bulunup bacağıma koyuyorum bir elimi. Hop, hemen ıslak mendile uzanıyorum. O elimi temizlemeye çalışıyorum. Arada o elle direksiyona değmişsem tekrar direksiyonu siliyorum -bir yandan yolda giderken. 6-7 kere oldu bu.
Eve geldim. Acil lazım birkaç şeyi alıp gerisini aynen arabada bıraktım. 4-5 gün sonra, varsa da virüsler yüz kere bozulduktan sonra aldım. Geleli 10 gün oldu şu an. Daha annemle doğru dürüst görüşmedik. Teyzemde kalıyor (teyzem 2 ay önce kalçasını kırdı, o yüzden zaten kalacaktı, ama bu kadar uzun değil). Kapıda uzakta el salladık. Ben kapıları kapalıyken birşeyler bırakıyorum, alacaksam kapalıyken alıyorum. Çünkü karşılıklı konuşmanın en tehlikeli şeylerden birisi olduğunu düşünüyorum. 2 metre bile yeterli mi, emin değilim. (WHO virüsün havada kalmadığını (airborne olmadığını) söylüyor, ama bu kadar bulaşıcı bir virüste en çok dikkat etmemiz gereken şeylerden birisi bu olmalı bence.)
Bir yandan böyle dikkat ederken, ya da dikkat etmek zorunda kalırken böyle bir risk almak zorunda kalmayı hala kabullenemiyorum. Ki şu an sadece kişisel değil, toplumsal bir sorumluluk şu an dikkat etmek. (tüm krizin tek tük olumlu sonuçlarından birisi bu). O yüzden insanlara söylemeye bile çekiniyorum. Birisi söylese kızarım açıkçası ben. Ama hey, açıklaması var.
Flashback bitti. Umarım ölmem (filmdeki gibi). Gerçi burnum akıyor arada bir anlamsız anlamsız.