Emek bayramını kutlamak için işçi çalıştırmaktan daha iyi ne olabilir ki deyip oto sanayine gittim. Tamponları boyatacaktım. Baktı adam, 100 dedi, 100 şu, 100 bu, 100-100-100-hadi şu ikisini tek sayalım 100, 100-100-100-100-100. 600 dedi. Hadi, senin için 500’e ineyim. Parkederken kaldırım taşlarını takmamanın acısını birgün çekeceğimi düşünmüştüm, ama bu kadar da değil yani. Oto sanayine ne zaman gitsem 10-20, en fazla 30 liraya çıkmış biri olarak oha dedim. 3 gün de bırakacakmışım arabayı. Yok, dedim, olmaz dedim. Seni işçi belledik, sen kapitalin kendisi çıktın dedim.
Bırakmadım arabayı, bari yıkatayım dedim benzincide. Sabun? dedi, olsun dedim, 1 lira atmak gerekiyor abi dedi, 2 lira verdim. Arabadan iniyor herkes ama radyoda Midge Ure şarkıları çalıyordu, inmedim ben. Hem her yer sabun kaplı nasıl olur, görmek istedim. Pek hoş Dancing with tears in my eyes çalıyordu.
Sabun kaplandık tamam da, sulama işlemine bir türlü geçmedik. Köpüklerin arasından baktım, bir bisiklete su sıkıyor araba yıkayıcısı. Bir bisiklet kaç dk.da temizlenebilir ki, 30 sn, hadi 1-2 dk. olsun. Yok, 5 dk filan oldu. Arabada termometre an ben an yükseliyor gibi geliyordu bana. Çıkıp işçisin sen, işçi kal, çek kafana tulumları demek istedim, ama kapıyı açıp çıkmakla yetindim.
Biraz sonra Karfur’un park yerindeydim. Nina Simone’un hiç duymadığım bir şarkısı çalıyordu, sonrasında bulmak için duyabildiğim sözleri not edeyim dedim. Hava gelsin diye de kapıyı açmıştım. O sıradaki son arabaydım, solumda park yerinin yolu. Bir araba durdu yanımda. Adam pencereden birşeyler demeye başladı. Adama baktım, ama hiçbir şey duymadım, kulağım da müzikteydi zaten. Duymuyorum dedim kayıtsızca. Bir yardım istiyordu, ama yol filan mı soruyordu ki? Yok, daha ciddi bir durum. Konuşmaya devam etti adam, yavaş yavaş anladım. Kipa’ya mal teslim etmiş de, Çanakkale’ye gidiyormuş, bankamatiğe bakmış, maaşı yatmamış, free shop’ta çalışıyormuş, ona yardım edersem bana free shop’tan … yok, dedim ben, istemem. Hayır, içki-sigara değilmiş. “Olsun, parfüm de istemem”. 2 parfüm çıkardı. İndi arabadan.
– Evli misiniz?
– Bildiğim kadarıyla değilim.
– Hay Allah. Ama olsun, birine hediye edersiniz, kendiniz kullanırsınız.
– Yok, parfüme ilgi duymuyorum.
Konuşma kısa sürmedi, doğal olarak cümlelerin yerleri karışıyor, zaten hepsi uzun sürerdi. Ama az sonrasında
– Arabada bulunur, kolonya niyetine sıkarsınız, dedi.
– Yok onu karıştırmayalım. Benzininiz mi yok, onu mu söylemeye çalışıyorsunuz?
– Evet, maaşım yatmamış. Bir yardım ederseniz yarın gönderirim. 36 yaşındayım, hiç bu durumda kalmamıştım. Bakın isterseniz.
– Benzin mi yok, ona mı bakacağım?
– Buyrun.
Baktım, gösterge dipte, çünkü araba çalışmıyor.
– Oturun isterseniz direksiyona, dedi, yok dedim, sonra çalıştırdı, evet, yok benzin. 50 lira verirseniz bana yeter, araba dizel. Bakın bu kimliğim dedi. Verdi, ATÜ kimliği.
Çok zor durumdayım. Normalde kimseye soramam, ama sizin Ankara plakasını görünce yakın hissettim.
– Ankara’da mı çalışıyorsunuz?
– Hayır, İstanbul. 2 çocuğum var, çok zor durumda kaldım. Bir yardım ederseniz yarın gönderirim. Benden şüphelenmeyin lütfen.
– Tamam da siz bu ülkede yaşamıyor musunuz? Ben de az dolandırılmadım.
– Ama kim 50 lira için dolandırır ki? 1 milyon kazanacak olsam neyse.
– Valla 5 lira için bile dolandıran oldu beni. O zaman isterseniz bir kimliğinizi filan alayım dedim ben. Tamam, çok salakça görünüyor ama o anda vermek üzereydim. Pek yanaşmadı buna, orada caymaya başladım.
– Telefonumu vereyim ben size. İsmimi, iş yerimi biliyor olacaksınız. Şu parfümleri vereyim ama size, borçlu kalmayayım. Parayı gönderince de sizde kalır.
– Yok istemem, içerdeki mağazalara sorsaydınız, alabilirlerdi.
– Yok, 50 lira için dilenci gibi.
– Neyse, parfümleri karıştırmayalım da.
– Ama parfümleri almazsanız ben dilenmiş gibi hissederim.
– Pardon, onlar neden sizde? Birine hediye etmek için aldıysanız edin siz, dedim. Çok safım gerçekten.
– Bana bunlar işyerinden verildi. Birini kutusundan çıkardı, Hugo Boss. Bakın.
– Yok valla ilgilenmiyorum.
– Tamam bir koklayın. Bileğime sıktı. Nasıl, hafif di mi?
Yıllar önce nezle oldukça burnuma çinkolu spreyler sıkardım, yararı kanıtlanmıştı. Ama sonradan o spreylerin koku duyusuna zarar verdiği anlaşılmış, koku duyularını kaybetmiş kişiler tazminat davaları açmış. Ben de daha az mı koku alıyorum diye şüphelenirdim o zamandan beri. İyi ki gitmemiş koku duyum. 1 liralık taklit kalem parfümler oluyor ya, o be bu!
– Yok, dedim, ı-ıh. Arabaya doğru gittim. Parfümden, dedim, o o değil. Bindim arabaya. Onun da yüzü değişti, gitti arabayla.
Park ettiğim yeri değiştirdim. Neredeyse verecek olmama hayret ettim. Plakasını almak niye aklıma gelmemişti ki?
Karfur’un kapısında güvenliğe şeflerini çağırmalarını söyledim. 2-3 dk sonra şef geldi. Bir baktım, o!
Yok, değil:) Ama olsa güzel olmaz mıydı? Tam kısa film. Hikaye tamamen doğru ama. Şefe anlattım, “esmer biri, sizin gibi yapılı, biraz toplu, yani kusura bakmayın”, “yok estağfurullah”. İkisi aynı boyutlardaydı gerçekten.
Plakayı almadığıma yanıyorum hala. Ne güzel, polise, ATÜ’ye, her yere şikayet ederdim. Aptal yerine konmak sinir bozucu. Ülkenin büyük çoğunluğunun parfüm benzeri şeylerden en ufak anlamıyor olmasını kullanması da çok itici, herkesi öyle sanması da. Hem sanki kendisi çok anlıyor. İşin sanatına aykırı, en ufak zeka barındırmayan yollarla güçlüleri değil, safları sömürmeye çalışan, mesleğin yüzkarası tipleri görünce sinirlenirim. Hepsini bırak, şarkıyı kaçırdım:
Nina Simone – Work Song.
Ben nasılsa bir yerde bulurum o dolandırıcıyı. Olmadı, o beni bulur.