Eurosport’ta okçuluk, golf, bisiklet, hatta bilardo izlemeyi seviyorum desem sıkıcı ama üst düzey birşey yaptığım fikri oluşur. Ama Survivor izlediğimi söylesem bir güzel aşağılanırım.
Böyle kalıplar var işte. Oysa Survivor oyunları cidden heyecanlı ve ilginç olabiliyor. Bol ve çok çeşitli engellerin olduğu, havuza atlanan, biraz yüzülen, sonra bir yere tırmanılan, koşulan, tekrar çeşitli engellerin geçildiği, sonra da topların bir yere atıldığı oyunlara bayılıyorum. Çünkü ben o oyunlarda oynamayı ne çok isterdim. Ve oynayamayağımı bildiğim için de cidden kahrolasım geliyor.
Lisede kendimize göre bir olimpiyat geliştirmiştik. O ortamda yapabileceğimiz sporlar, merdiven çıkma, kısa-uzun mesafe koşu, uzun atlama, penaltı, basket serbest atışı gibi şeylerden oluşuyordu. Sonra tamamlanmadı, yarıda bıraktık. Ama böyle hazır bir oyun parkuru olsa biterdik (i.e., bayılırdık).
İş tamamen o parkuru tasarlayan ve inşa eden Arjantinli ekipte tabi. Bazen ince planlanmış numaralar oluyor. Üzerinde yürüyeceğin plaformu yerden bir ipi çekerek yerine oturtuyorsun, veya atacağın topları teleferik düzeneğiyle almak için bir değirmeni döndürüyorsun.
Ben çocukken TeleMatch vardı. Ne kadar eski, emin değilim, ama sanki çok çok eskilerden değil. Pazar sabah-öğlen-erken öğleden sonra civarlarında. O saat kuşağından bildiğimiz, western ve klasik müzik konseri; o yüzden saatine emin değilim, sanırım onlardan önce başlardı. Farklı renklere sahip 4 takım havuzda ikili ikili oyunlar oynardı. Topları bir kovaya doldurmak gibi eğlenceli şeyler. Evde herkes bir rengi tutardı filan.
Daha da hatırlayan kimseyi görmedim. Hatırlatılmamasıyla ilgili olmalı. Bazı şeyler sık sık gündeme geliyor (değiş Tonton gibi), TeleMatch hiç gelmedi. Survivor oyunları onun daha hırslı versiyonu.
Birkaç yıl önce “bu, bir tatil formatına dönüşse” diye düşündüm. Müthiş kumsalı olan küçük bir adada tanımadığın kişilerle bir grup olup karşı takıma karşı yarışsan? Kazanınca ödüller, kaybedince açlık. Tümden bir mahrumiyet. Ödüller deyince de adadaki vahşi şelale, süper oteller, nba finali, Brezilya milli takımı maçı, New York-Miami gezileri, hatta Havana filan. Yani programdaki herşey olacak, eksi kameralar. Böyle birşeye hem katılmak çok isterdim hem düzenlemek. Ama tabi, çok zengin heyecan meraklısı tatilci-yarışmacılar da bulsan, tv reklam paralarının yanına yaklaşamaz, muhtemelen o masrafı çıkarmaz (yoksa çıkarır mı:)
Denize her anlamda sıfır yaşama fikri de süper cazip geliyor bana. Yıllardır pek az denize giriyorken orada: uyan, deniz, öğlen deniz, yemek yaparken elin mi yağlandı, deniz, sıcakladın mı deniz, güneş batarken deniz, bir de belki gece deniz. Deniz de olabilecek en güzel deniz, en güzel kumsal. Hem sürekli D vitamini, bol O2, ayrıca, deniz kıyısında ve ormanlık alanda negatif iyon olurmuş, hepsi var. Tamamen sağlık gibi geliyor bana orada olmak. Tatili süper zenginlere zayıflama programı olarak mı pazarlamalı ki?
Burada da ucundan bahsettiğim, Fethiye’de gittiğim bir kamp tatili bunu andırıyordu. 20 kadar kişi kampta bir miktar askerlik gibiydi. Sabah kalk kalk sesleriyle kalkıp sonra belli bir programı uyguluyorduk. Hergün uzun bir trekking de içeriyordu. Ama fiziksel tarafından daha çok senin seçmediğin kişilerle tüm gününü geçirme tarafı benziyordu. Değişik çekici bir tarafı var, normalde biraraya gelmeyeceğin insanlarla iyi vakit geçirmenin, kabul görmenin. Rengarenk minibüste hızla giderken ayakta dansetmenin takdir edilmesinin.
Yani tabi ki programın itici taraflarının fazlasıyla farkındayım. Kameralar işin içine girince başlayan taraflar, bbg evi muhabbeti, bir türlü düzgün-sakin-anlayışlı olamayan ilişkiler, fesat arayışı. Korkunç fesat bir milletiz. Ama ondan sakınmaya çalışıyorum. Çok uzun sürüyor zaten. Acun da reytinglerin patladığını görünce sömürebildiği kadar sömürüyor (3 günden teker teker artırıp 7 güne dek çıktı). Ben de o kısımları seyretmiyorum, olabildiğince, ya da oyunla ilgili olmadıkça. Ama tabi çok yapamıyorum, ayırmak zor oluyor.
Bir de arada seçim filan (seçim gecesi de yayınlanır mı, artık bu terbiyesizlik), çok kaçırdığım için geriden geliyorum, herşeyi seyrederken yaptığım gibi. Anladığım kadarıyla, takımlar dağılmış. O zaman da o oyunların zevki kalmamıştır. Özellikle Manço’nun emaneti Doğu ve arkadaşları elenince seyredecek birşey kalmamış olmalı.
Ama şimdilik şöyle süper yarışlar izliyorum (siz de 2 dk izleseniz gerçekten neyden bahsettiğimi anlayacaksınız). Ki bu oyunun ödülü San Francisco gezisi ve orada NBA finaliydi. Birgün ben de böyle yarışlarda yer alsam, sonra kazandığımız hediyede New York’ta gideceğimiz müzikalde güzel birşeyler giymek için Acun’un verdiği parayı harcamak üzere Polo’ya gidip canım ne isterse alsam… 2-3 yıl önce yaşanmıştı bu sahne ve beni gerçekten can evimden vurmuştu.