(Aslında birkaç gün daha yazmazdım, ama burayı açıp Tayyyip hikayeleri ile karşılaşmanın olumsuz havasından (ben elektrik demiyorum) sıkıldım).
Öncesinde yıllardır görmediğim bir arkadaşımı geçen yıl bulup sürpriz ziyaretine gitmiştim. Sohbetin bir noktasında eşinin polisiye roman sevdiğini, mesela İsveç’ten Wallander diye bir karaktere bayıldığını, BBC’nin de o romanları Kenneth Branagh’lı diziye çektiğinden bahsetmişti. O Wallander şimdilerde cnbc-e’de.
Kurt Wallander, artık bildiğimiz her dedektif gibi sorunlu bir aile hayatına sahip, eşinden ayrılmakta (bu artık dedektifler için söylenmeye bile gerek olmayan bir tanıma dönüştü: klişeden genele). İşi tüm hayatının önüne geçmiş durumda. Hatta bazı geceler işyerinde, masasına dayalı uyuyakalıyor. Üzerinde çalıştığı cinayet davalarında faillerin aileleri hep çok berbat davranıyorlar ona. Kızı onu gerçek hayata döndürmeye çalışıyor, internetten birilerini ayarlamaya çalışıyor, ama o hoş kadınlar da ondan bilgi almak isteyen kişiler olabiliyor. Çalıştığı davanın karmaşıklığı onu da karıştırıyor bir süre, ama sonra herşeyi pek güzel çözüyor. Ve son derece sıkıcı bir station Volvo kullanıyor. Yani herşeyiyle tam ben.
Aurelio Zen’in başına ne geldiyse -iyi ya da kötü- dürüstlüğünden gelmiş. Korkunç İtalyan bürokrasisinde (bizdeki onlarınkinin yanında cennet kalıyor) herkes işini yoluna uydurur, ikide bir değişen hükümetlere göre yönünü belirlerken o içgüdülerini ve ‘vicdanını’ dinlemiş. Herhalde eşiyle de aynı şeyler etkili olmuş, dedim ya, söylemeye gerek yok, karısı terketmiş. 40’larında ve annesiyle yaşıyor. Atandığı, politik açıdan karışık davalar onun içgüdülerinin de etkisiyle çok zorlanmadan çözülüyor. O da bunu, işyerinde canını sıkan hemcinslerinden kurtulmak için bir fırsat biliyor. Ve son derece estetik ve atak bir Alfa Romeo kullanıyor. Yani herşeyiyle tam ben.
İki dizi de BBC projeleri, ikisi de farklı ülkelerde ama tamamen İngilizce konuşuyor. Kimse aksanlı değil, ama tek istisnası, Zen’in işyerine yeni atanan tam klasik İtalyan tipli kadının bariz Akdenizli aksanı. Olabilecek tek gerekçe de o aksanın sek sapeli (BBC’de holivut etkisi).
Diğer yandan, ikisine de çekildikleri ortam damgasını basıyor. Wallander’ın yaşadığı orta halli Ypstad’ın (İpstad, bir nevi İpsala) korkunç sıkıcılıktaki yeşil tarlaları, şehir içi evler arası uzun yolları, insansız boş yeşil alanları, ormanları, batmayan güneşi ve çöken sisi, gel de bir cinayet işleyelim, maksat bir hareketlilik olsun diye bağırıyor.
Zen’in, her parke taşı yıllar boyu Vespalar tarafından cilalanmış ve akşam çökünce sokak ışıklarıyla parlayan Roma’sı ise hiç de suça davet çıkarmıyor, olsa olsa ‘iş çıkışı, yok canım, beklemeye ne gerek var, gel şimdi bir kadeh birşey içelim’ diyor.
___________________
Wallander Çarşambaları, Zen Cmt.leri 9’da cnbc-e’de. İkisinden de az var, Wallander toplam 6, Zen 3 tane çekilmiş henüz.
[Düzeltme ve af: Yazdığım akşam belli oldu ki Wallander’i topu topu 2 bölüm sonra kesmiş cnbc-e, yazlık programa geçtiğinden. Daha yeni, Çarşambaları diye o kadar reklam yapmışlardı halbuki, saçmalamışlar o yüzden. Ama en azından haberiniz olsun, başka bir dönemde gösterirler, veya bir şekilde karşınıza çıkar nasılsa. Zen ise Cmt.leri devam ediyor.]